complication |
(i) karmaşık hale getirme, zorluk; karışıklık; (tıb) ihtilât |
reservation |
(i) yer ayırtma, ayırtılmış yer; açığa vurmama, fikrinin hepsini söylememe; şüphe; şart, ihtiraz kaydı; abd bilhassa kızılderililer için ayrılmış arazi parçası |
recurrence |
(i) tekrar vaki olma, tekerrür etme |
legitimacy, legitimateness |
(i) kanuna uygunluk, meşruiyet, mantıklılık |
adoption |
(i) kabul, benimseme; evlât edinme |
inference |
(i) netice çıkarma, mana çıkarma; netice, sonuç |
proceeding |
(i) muamele; huk dava muameleleri, yargılama usulleri; çoğ tutanak; ilerleme, ileri gitme |
complimentary |
(s) hediye olarak, parasız; övme kabilinden |
decadent |
(s) inkıraz bulmuş, zeval bulmuş, batmış, çökmüş |
diffident |
(s) çekingen, utangaç, mahcup |
dogmatic |
(s) dogmatik, kesin, iman ve itikada ait, kesin kurallarla ilgili; kestirip atan, tartışma kabul etmeyen; kesin |
suggestively |
(z) imalı bir şekilde |
functionally |
(z) görevsel bir şekilde, gorev bakımından |
defy |
(f) meydan okumak, karşı gelmek, karşı koymak |
run out |
dışarı koşmak; akmak; bitmek, tükenmek; dışarı atmak, kovmak |
cut out |
(p) kesip çıkarmak; bırakmak; sürüden ayırmak; (metinden) çıkarmak; uygun olmak ; yerini almak; trafikte sıradan çıkıp sollamak |
take over |
(p) teslim almak; idareyi elinde tutmak |
turn off |
(p) kapamak; kesmek; lafa boğmak, sözü çevirip cevapsız bırakmak; sapmak; İng yol vermek; (argo) ilgisini kaybetmek |
break away |
(p) iki ya da fazla grup ya da parçalara ayırmak, ayrılmak |
make for |
(p) bir istikamette yol almak, mümkün kılmak |
take upon |
yukarı çekmek, kaldırmak; tutmak; üzerine almak, karışmak; poliçeyi ödemek; almak; kısaltmak; başlamak; ele almak; kabul etmek |
care for |
(p) bakmak; ilgilenmek; beğenmek; arzulamak |
bring about |
(p) sebep olmak, hâs etmek; beraberinde getirmek |
lock in |
(p) kilitlemek, üzerine kapıyı kilitlemek |
delightfully |
(z) zevkle, hazla, memnuniyetle |
setting |
(i) kakılmış şey, mücevher yuvası; bir defada kuluçkaya konulan yumurtalar; tiyatro dekor; konunun geçtiği yer ve zaman, ortam; gurup; bir kişilik yemek takımı; beste |
come up with |
A B D , (k) dili öne sürmek, ortaya atmak |
spare |
(f) kıymamak, canını bağışlamak, öldürmemek; kurtarmak; idareli kullanmak; idare yoluna gitmek; esirgemek; vermek; onsuz olmak veya yapmak, onsuz işini çevirmek |
lay-off |
(i) işçilerin geçici olarak işten çıkartılması, mecburi işsizlik |
decisively |
(z) kesin olarak, katiyetle |
cover |
(f) kapamak, örtmek, kaplamak; kapsamak, ihtiva etmek; sigorta etmek; korumak; saklamak, gizlemek; yol almak, katetmek; (gazet) röportajını yapmak , yazmak; kuluçkaya yatmak; mesuliyetini üzerine almak; idare etmek; yerini doldurmak ; yetmek, kafi gelmek; silâh ile tehdit etmek; destek ateşi sağlamak; aynı miktarda para koyarak bahse girişmek |
concession |
(i) kabul, teslim, itiraf; imtiyaz, devlet veya diğer bir yetkili makam tarafından tanınmış imtiyaz, ayrıcalık; mümessillik, bayilik |
ebb |
(i) cezir, deniz sularının çekilmesi; bozulma, düşüş, düşkünlük |
at a low ebb |
çok fena vaziyette, müşkül durumda |
upset |
(f) (-set,-ting) devirmek; altüst etmek; keyfini bozmak; bozguna uğratmak, beklenmedik anda yenmek; sinirlendirmek; midesini bozmak; mak demir parçasını kızdırıp çekiçle ucuna vurarak kısaltmak ve kalınlaştırmak, dövmek, şişirmek; devrilmek; altüst olmak; hükümsuz kılmak |
output |
(i) randıman, verim; elektrik enerjisi |
quintessence |
(i) öz, hulasa, herhangi bir maddenin özü |
break away |
(p) iki ya da fazla grup ya da parçalara ayırmak, ayrılmak |
pressurize |
(f) tazyik altında tutmak; hav yüksek uçuşlarda uçağın içindeki havayı yeterli basınçta tutmak |
uneasy |
(s) huzursuz, rahatsız, üzgün; gergin, tutuk; endişe eden |
scent |
(i) koku, rayiha; güzel koku, esans; iz kokusu; koklama duyusu |
turn off |
kapamak; kesmek; lafa boğmak, sözü çevirip cevapsız bırakmak; sapmak |
make off |
sıvışmak, kaçmak |
sensuous |
(s) hislere hitap eden, duyumsal, hislere ait, hissi |
grounds |
(i) (çoğ) özel arazi mülk; oyun sahası, stadyum; saha; sebep, bahane |
foreman |
(i) ustabaşı, baş kalfa; reis, başkan, özellikle jüri başkanı |
reign |
(f) saltanat sürmek, hükümdarlık etmek; hakim olmak, hüküm sürmek |
get through |
bitirmek; geçirmek, geçmek; geçinip gitmek |
get through to |
bağlantı kurmak; anlamasını sağlamak |
get down to |
başlamak |
ward |
(i) koğuş; bölge, mıntıka; huk vesayet altında bulunan çocuk; vesayet, koruma; kilit dili |
go ahead |
devam etmek; ileri gitmek, başlamak |
at large |
serbest; umumiyetle; bütün ayrıntılarıyle, mufassalan |
go back on |
vefasızlık göstermek, terketmek; (sözünden) vazgeçmek, caymak |
retract |
f. geri çekmek; sözünü geri almak |
furtively |
(z) gizlice, sinsi sinsi |
a vain hope |
boş ümit |
stealthily |
(z) gizlice, sinsice, hissettirmeden, çaktırmadan |
outstanding |
(s) önemli, göze çarpan; kalmış (borç) |
be at stake |
tehlikede bulunmak, şansa bağlı olmak |
seniority |
(i) kıdemlilik; kıdem |
lay off |
işten çıkarmak |
concern |
(i) ilgi; endişe; şirket, ticarethane |
outbreak |
(i) feveran, patlama, patlak verme, isyan; baş gösterme, çıkma |
notify |
(f) bildirmek |
malnutrition |
(i) kötü veya yetersiz beslenme, gıdasızlık |
fiery |
(s) ateşli; şevkli; tutuşabilir |
setting |
(i) tiyatro dekor; konunun geçtiği yer ve zaman, ortam; batma, gurup; beste |
hindered |
(f) engellemek |
reconcile |
(f) barıştırmak |
invigorate |
(f) canlandırmak |
envision |
(f) tahayyül etmek, planlamak |
paralyze |
(f) felce uğratmak |
catalyst |
(i) katalizör |
forum |
(i) meydan; forum; mahkeme |
regulation |
(i) kanun, talimat; (çoğ) tüzük, yönetmelik |
autonomy |
(i) özerklik, kendi kendini idare etme hakkı |
profound |
(s) çok derin; malumatlı; engin; çok büyük |
surge |
(i) büyük dalga |
revolve |
(f) döndürmek, çevirmek; devrettirmek; dönmek, devretmek; mutalaa etmek, düşünmek |
backdrop |
(i) sahnede arka perde |
precede |
(f) önde olmak, önce gelmek, takaddüm etmek; önünden yürümek; önce vaki olmak |
pervasive |
(s) şümullu |
foster |
(f) beslemek, teşvik etmek, gayretlendirmek |
secure |
(f) korumak; sağlamlaştırmak, bağlamak; ele geçirmek, bulmak |
outrage |
(i) zulüm; rezalet; namusa tecavüz; hakaret |
perpetual |
(s) daimi, sürekli |
perish |
(f) ölmek; yok olmak, telef olmak, zail olmak |
reminiscence |
(i) hatırlama, yadigâr; çoğ hatıralar |
contradiction |
(i) aykırılık, çelişme; yalanlama |
disseminate |
(f) saçmak, yaymak, neşretmek; geçirmek, sirayet ettirmek |
unleash |
(f) serbest bırakmak |
ambivalent |
(s) kararsız, karışık hisler besleyen |
resort |
(f) gitmek, sık sık gitmek; ("to" ile) baş vurmak, müracaat etmek, başka çare kalmayınca kullanmak |
exaltation |
(i) heyecan, aşkagelme, vecit; yükseklik, yücelik, ululuk; yükseğe çıkarma veya çıkarılma |
work-shop |
(i) atelye, işlik, çalışma odası; seminer |
go through |
yoklamak, gözden geçirmek; geçirmek (hastalık, tecrübe); üstünden girip altından çıkmak, sarfedip bitirmek; geçmek; durmadan gitmek (tren); kabul edilmek (tasan) |
candid |
(s) samimi, içten; tarafsız; dürüst, riyasız |
keynote address |
(i) toplantıyı açış konuşması |
put forward |
ileri sürmek, meydana sürmek; ileri almak (saat) |
ailment |
(i) hastalık |
take notice |
farkına varmak |
predecessor |
(i) birinden önce gelen kimse, öncel, selef; ata, cet |
extract |
(f) çıkarmak, çekmek; söyletmek, itiraf ettirmek; özetini veya özünü çıkarmak; seçmek; (bir kitap vb'nden bir parçayı) almak, iktibas etmek; suretini almak |
core |
(i) elma gibi meyvaların çekirdek yeri, göbek, iç, nüve, öz, esas; zıvana; (mak) maça parçası; (maderinden alınan yuvarlak sutun şeklinde taş numunesi; (jeol) öz |
undue |
(s) aşırı; kanunsuz; uygunsuz, yakışmaz; lüzumsuz, manasız, yersiz, münasebetsiz; vadesi gelmemiş |
at a low ebb |
çok fena vaziyette, müşkül durumda |
rabies |
(i) kuduz hastalığı |
jackal |
(i) çakal |
bat |
(i) Yarasa |
indigenous |
(s) yerli; doğuştan olan |
evade |
(f) kaçınmak, sakınmak, kaçamaklı yol aramak, paçayı kurtarmak, yakayı sıyırmak |
disregard |
(f) ehemmiyet vermemek, önemsememek, aldırmamak, saymamak, itibar etmemek, ihmal etmek |
indigenous |
(s) yerli; doğuştan olan |
outbreak |
(i) feveran, patlama, patlak verme, isyan; baş gösterme, çıkma |
notify |
(f) bildirmek |
contract |
(f) kasmak, kasılmak, daraltmak, kısaltmak, büzmek; buruşturmak,çatmak (kaş); yakalanmak, almak, duçar olmak (hastalık); anlaşma veya mukavele yapmak; ilişki kurmak |
exclusive |
(s) umuma açık olmayan; bir kimse veya zümreye has; tek, eşi olmayan; hariç tutan; of ile müstesna, -den gayri, hesaba katmadan |
sustain |
(f) tutmak, düşmesine engel olmak, destek olmak; tahammül etmek, dayanmak, taşımak; çekmek; teselli etmek; muhafaza etmek; tedarik etmek; besleyip kuvvet vermek; doğruluğunu teslim etmek; ispat etmek, iddia etmek |
optimum |
(i) en uygun durum; biyol herhangi bir organizmanın büyümesi için elverişli ısı, ışık, nem, yer ve gıda gibi şartlar, optimum |
fishery |
(i) balıkçılık; balık tarlası, dalyan |
statutory |
(s) kanuna uygun, kanuni, kanuna bağlı statutory rape reşit olmayan bir kızla cinsi munasebette bulunma |
abide by |
sebat etmek; itaat etmek durmak |
exploit |
(f) sömürmek, istismar etmek,istifade etmek; kullanmak, işletmek |
fishery |
(i) balıkçılık; balık tarlası, dalyan |
hammer |
(f) çekiçle vurmak, çekiçlemek; çekiçle işlemek; yumruk atmak, yumruklamak; (kalp) hızla atmak; zihnen çok çalışmak; saldırmak, hücum etmek |
toll |
(i) resim; köprü veya yol parası, geçiş vergisi; geçiş resmi; duhuliye resmi, giriş vergisi, oktruva; geçiş parası alma hakkı; değirmen payı veya hakkı; şehirlerarası telefon ücreti; zorla alma |
decent |
(s) terbiyeli, nazik, nezih, temiz, iyi |
foresee |
(f) (saw seen) önceden görmek ileriyi görmek, önceden bilmek |
overestimate |
(f) fazla tahmin etmek |
memoranda |
(i) (çoğ -da, -dums) ileride hatırlanması için yazılan kısa not; muhtıra; not |
verbal |
(s) söze ait; sözlü, şifahi; kelimesi kelimesine, aynen, harfiyen; gram fiile ait, fiil kabilinden |
elaborate |
(s) dikkatle işlenmiş, özenilmiş, mükellef, tafsilâtlı, ayrıntılı, inceden inceye işli |
abuse |
(i) kötüye kullanma, suiistimal; kötü muamele; zarar; fesat, suç; küfür, sövüp sayma; Irza tecavüz |